Genel

Kesinleşmiş İlamsız İcra Takiplerinde Menfi Tespit

1. Menfi Tespit Davasının Tanımı ve Hukuki Dayanağı

Menfi Tespit Davasının Tanımı: Menfi (olumsuz) tespit davası, borçlunun maddi hukuk bakımından borçlu olmadığının tespitini istediği bir dava türüdür. Bu dava, icra takibine maruz kalmış veya kalma ihtimali olan bir kimsenin gerçekte borçlu olmadığını ispat için başvurduğu hukuki yoldur. Yargıtay içtihatlarında menfi tespit davası “gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz bir kimsenin (borçlunun), gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava” olarak tanımlanmıştır. Bu davanın açılabilmesi için borçlunun hukuki yararının bulunması gerekir; yani borçlu olmadığı hususunun tespiti, mevcut bir tehdidi bertaraf etmek veya hukuki belirsizliği gidermek bakımından borçluya somut bir fayda sağlamalıdır.

İlamsız İcra Takibine Karşı Borçlunun Hakları: İlamsız icra takibinde (yani alacaklının elinde mahkeme ilamı olmaksızın başlattığı ödeme emriyle icra takibi sürecinde) borçluya ilk etapta itiraz hakkı tanınır. Borçlu, yasal süresi içinde ödeme emrine itiraz ederse takip durur ve alacaklının takibe devam edebilmesi için mahkemede itirazın iptali davası açması veya icra hukuk mahkemesinden itirazın kaldırılması kararı alması gerekir. Borçlu itiraz etmez ya da itirazı mahkeme kararıyla kaldırılırsa, takip kesinleşir ve alacaklı haciz işlemlerine devam edebilir. Kesinleşmiş ilamsız icra takibine karşı borçlunun artık doğrudan icra takibine engel olacak bir itiraz hakkı kalmamıştır. Bu durumda borçlunun cebri icra tehdidi altında borcunun olmadığını ileri sürebilmek için menfi tespit davası açma hakkı doğar. İcra takibi sonuçlanıp borç ödenirse borçlu artık menfi tespit yerine istirdat davası (haksız ödemenin iadesi davası) açmalıdır; ancak ödeme yapmadan, takibin kesinleşmesiyle birlikte borçlu olmadığı iddiasını sürdürmek istiyorsa menfi tespit yoluna başvurabilir. Borçlunun, itiraz ederek takibi durdurma imkânını kullanmamış ya da kullanamamış olması halinde, devam eden takibin haksız olduğunu ileri sürmekte hukuki yararı olduğu kabul edilir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarında, icra takibine itiraz etmiş olsa bile hakkında halen bir icra takibi mevcut olan borçlunun menfi tespit davası açmakta korunmaya değer hukuki yararı bulunduğu vurgulanmıştır.

Menfi Tespit Davasının Hukuki Dayanağı: Menfi tespit davasının genel hukuki dayanağı, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) madde 106’da düzenlenen tespit davaları hükümleri ve özellikle İcra ve İflas Kanunu (İİK) m.72’deki özel düzenlemedir. İİK m.72, borçlunun icra takibinden önce veya sonra borçlu olmadığının tespiti için dava açabileceğini ve bu davanın hangi şartlarda icra takibine etki edeceğini hükme bağlamıştır. Tacirler arasındaki alacak-borç ilişkilerinden doğan menfi tespit davalarında görevli mahkeme, alacağın niteliğine göre genellikle Asliye Ticaret Mahkemesi olmaktadır (zira her iki taraf tacir ve uyuşmazlık ticari işletmeleriyle ilgili ise dava ticari niteliklidir). Tacirler arasındaki menfi tespit davalarının bir özelliği de, uyuşmazlık konusu para alacağı ise son yıllarda dava şartı arabuluculuk müessesesine tabi kılınmış olmasıdır. 2019’dan itibaren doktrinde ve ilk derece mahkemelerinde bu davaların arabuluculuk kapsamına girip girmediği tartışılmış; sonuçta Yargıtay, ticari nitelikteki menfi tespit davalarının başlangıçta arabuluculuğa tabi olmadığı yönünde içtihat birliği sağlamıştır. Nitekim Yargıtay 19. Hukuk Dairesi bir kararında “ticari nitelikteki menfi tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olmadığı, arabulucuya gidilmiş olmasının bir dava şartı olmadığı” şeklinde hüküm kurarak bu tartışmaya son noktayı koymuştur. Ancak kanun koyucu tarafından yapılan yeni düzenleme ile 01 Eylül 2023 tarihinden itibaren ticari uyuşmazlıklardan kaynaklanan menfi tespit ve istirdat davaları için arabulucuya başvurmuş olmak dava şartı haline getirilmiştir. Bu değişiklikle birlikte, tacirler arasındaki para alacağına ilişkin menfi tespit davalarında dava açmadan önce arabuluculuk sürecinin tamamlanması yasal bir zorunluluk olmuştur.

2. Arabuluculuk Sürecinin Hukuki Etkisi

Arabuluculuk Başvurusu Devam Ederken İcra Takibine Etkisi: Zorunlu arabuluculuk uygulamasının devreye girmesiyle, tacirler arasındaki bir alacak uyuşmazlığında borçlunun menfi tespit davası açmadan önce arabuluculuğa başvurması gerekmektedir. Bu arabuluculuk süreci devam ederken, ortada henüz açılmış bir dava olmadığından, kural olarak icra takibi aynen işlemeye devam eder. Arabuluculuğa başvurulmuş olması, tek başına kesinleşmiş icra takibini durdurmaz veya kendiliğinden ertelemez. Bu durumda borçlu, arabuluculuk görüşmeleri sırasında haciz işlemleriyle karşı karşıya kalabilir. Özellikle takibin kesinleşmiş olması halinde alacaklı, borçluya ait malvarlığı hak ve alacaklarına haciz koydurarak satış aşamasına götürebilir ve arabuluculuk süreci devam ederken fiilen alacağı tahsil edilebilir. Bu durum, arabuluculuk görüşmeleri sürerken borçlunun telafisi imkânsız zararlara uğraması riskini doğurur ve arabuluculuk kurumunun etkinliğini zedeleyebilir.

Arabuluculuk Sürecinde Geçici Hukuki Koruma (Değişik İş Başvurusu): Borçlu, arabuluculuk sürecinde mahkemeye esas davayı açamadığı için, bu aşamada bir geçici hukuki koruma talep etmek yoluna gidebilir. Uygulamada borçlular, arabulucuya başvuru yaptıklarını belgeleyerek, esas dava açmaksızın mahkemeden ihtiyati tedbir talebinde bulunabilmektedir. Bu tür talepler genellikle mahkeme tevzi bürosunda “değişik iş” numarasıyla kayıtlanan bir dosya üzerinden yapılır. Amaç, arabuluculuk görüşmeleri sonuçlanıncaya ve esas menfi tespit davası açılıncaya dek icra takibinin belli sonuçlarının engellenmesidir. Nitekim arabuluculuk süreci devam ederken ihtiyati tedbir talepli başvuru yapılmasının önünde yasal bir engel bulunmamaktadır. Bir mahkeme, dava şartı arabuluculuk henüz tamamlanmamış olsa bile, borçlunun ihtiyati tedbir talebini ivedilik ve zaruret durumuna göre değerlendirir. Uygulamada, birçok mahkeme arabuluculuk sürecinde gelen bu talepleri esasa girmeden, sırf geçici koruma amacıyla incelemekte ve uygun gördüğünde tedbir kararı vermektedir. Nitekim bir Asliye Ticaret Mahkemesi kararında, menfi tespit davasında arabuluculuk dava şartı olsa dahi ihtiyati tedbir talebinin niteliği gereği derhal incelenebileceğini belirtmiş ve borçlunun talebini kısmen kabul etmiştir. Bu çerçevede mahkeme, takip konusu alacağa karşılık belirli oranda teminat yatırılması koşuluyla icra takibi kapsamında icra veznesine girecek paranın alacaklıya ödenmemesi yönünde tedbir kararı vermiş; ancak takibin tamamen durdurulması istemini İİK m.72/3 gereği reddetmiştir. Böylece arabuluculuk süreci bitene kadar alacaklının fiilen parayı tahsil etmesi önlenirken, takibin hukuken tamamen durması yerine sadece ödeme aşaması bloke edilmiştir.

Alacaklıya Ödeme Yapılmaması Kararının Kapsamı: Arabuluculuk sürecinde alınabilecek en önemli geçici tedbir, icra dosyasından alacaklıya ödeme yapılmamasına ilişkin karardır. Bu karar, İİK m.72/3’te düzenlenen ihtiyati tedbir imkânına dayanır ve borçlunun teminat karşılığında mahkemeden isteyebileceği bir korumadır. Verilen tedbir kararı, icra dosyasına borçlu tarafından ödeme yapılsa veya borçlunun üçüncü kişilerden gelen parası icra veznesine yatırılsa bile, bu meblağın dava sonuna kadar alacaklıya ödenmemesini sağlar. Böylece arabuluculuk müzakereleri sürerken borçlunun hesabından çıkmış paranın karşı tarafa geçmesi engellenir ve olası bir haksız tahsilatın önüne geçilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, tedbir kararının çoğunlukla ödeme yapmama (payout’un engellenmesi) ile sınırlı olmasıdır. İcra takibindeki diğer işlemler –örneğin yeni malvarlığı araştırmaları, haciz tatbiki veya önceden haczedilmiş malların satış hazırlıkları– kural olarak bu tedbirle birlikte kendiliğinden durmaz. Çünkü İİK m.72/3, menfi tespit davası açıldıktan sonra takibin durdurulmasına izin vermemektedir; sadece “icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesi” şeklinde sınırlı bir tedbire cevaz vermektedir. Yargıtay da bu ayrımı belirtmektedir. Bir kararında Yargıtay, borçlunun menfi tespit davası sırasında elde ettiği tedbir nedeniyle alacağın geç tahsil edilmesi durumunda, alacaklının faiz talep edemeyeceğini ifade etmiş ve “menfi tespit davasında alınan tedbir kararı nedeniyle icra veznesine yatan paranın alacaklıya geç ödenmesinden dolayı artık faiz yürütülemez” şeklinde hükme varmıştır. Bu, tedbir kararının ödeme üzerinde etkili olduğunu, alacaklının gecikme nedeniyle ayrıca faiz isteyemeyeceğini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak arabuluculuk süreci devam ederken alınan “ödeme yapmama” tedbiri, takibin sadece sonuç kısmına etki ederek borçluyu korur; bunun dışında hacizlerin uygulanması gibi işlemler tedbir kararında açıkça belirtilmediği sürece teknik olarak devam edebilir. Borçlu, arabuluculuk süreci uzadığı takdirde, tedbir kararının süresini (genellikle 2 haftalık dava açma süresini) mahkeme nezdinde uzattırmalı veya arabuluculuk biter bitmez menfi tespit davasını açarak tedbirin devamını sağlamalıdır. Aksi halde, tedbir kararı süre açısından düşebilir ve alacaklı icra dosyasındaki parayı alma imkânı bulabilir.

3. Teminat ve Mahkemelerin Uygulama Farklılıkları

İcra Dosyasının Kapağı Kadar Teminat Yatırılması: Kesinleşmiş (ilamsız) icra takibine karşı menfi tespit davası açıldığında, borçlunun icra takibinin sonuçlarını durdurabilmek için teminat göstermesi yasal bir zorunluluktur. İİK m.72, özellikle takibin başlamasından sonra açılan menfi tespit davalarında alacaklının gecikme nedeniyle uğrayabileceği zararları güvence altına almak amacıyla bir teminat karşılığı tedbir mekanizması öngörmüştür. Kanuna göre mahkeme, borçlunun alacak miktarının en az %15’i oranında teminat yatırması şartıyla, icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesi yönünde ihtiyati tedbir kararı verebilir. Uygulamada bu kural, borcun ve takip masraflarının tamamının karşılanması ve ayrıca %15 oranında bir fark teminat olarak gösterilmesi şeklinde hayata geçirilmektedir. Başka bir deyişle, borçlu menfi tespit davası açtığında takip konusu asıl borç, faiz ve icra giderlerinin tamamını (icra dosyasının kapak hesabı tutarını) depo etmekte; ayrıca alacağın %15’i tutarında nakit veya banka teminat mektubunu mahkemeye sunmaktadır. Bu sayede alacak tutarı tamamen güvence altına alınmış, üzerine de muhtemel gecikme tazminatı için bir marj bırakılmış olur. Uygulamada bu yönteme, toplam alacağın %115’inin teminat altına alınması anlamında “%115 teminat yatırarak takibin durması” denilmektedir. Teminatın bu şekilde belirlenmesinin sebebi, borçlunun davası haksız çıkarsa alacaklının geç tahsil nedeniyle talep edebileceği en az %20 oranındaki tazminatın da karşılanabilmesini sağlamaktır. Nitekim menfi tespit davası borçlu aleyhine sonuçlanırsa, mahkeme kararının kesinleşmesiyle birlikte alacaklı yararına en az %20 oranında gecikme tazminatına hükmedilmekte; borçlunun yatırdığı teminattan bu tazminat ve diğer ferileri karşılanarak kalan tutar borçluya iade edilmektedir.

Mahkemelerin Teminat Konusundaki Farklı Yaklaşımları: Her ne kadar kanun borcun %15’inden az olmamak üzere teminat öngörse de, uygulamada mahkemelerin yaklaşımı bir örnek teşkil etmemektedir. Bazı mahkemeler, borçlunun icra dosyasındaki borcun tamamını depo etmesini ve bunun yanı sıra %15 oranında ek teminat yatırmasını şart koşmaktadır. Bu durumda borçlu, örneğin 100.000 TL’lik bir takip için 100.000 TL’yi icra kasasına depo edip ayrıca 15.000 TL teminat mektubu vermek zorunda kalmakta, fiilen 115.000 TL’lik bir yük altına girmektedir. Teminatın nakit yerine banka teminat mektubu ile gösterilmesine genellikle izin verilmekte, böylece borçlu açısından nakit çıkışı olmadan bankadan teminat mektubu sunma seçeneği doğmaktadır (elbette bankaya komisyon ve provizyon bedeli ödenmesi gerekir). Öte yandan bazı mahkemeler, özellikle icra dosyasında halihazırda haczedilmiş veya depo edilmiş bir para varsa, ek %15 teminatın yeterli olabileceğini düşünerek borcun tamamının depo edilmesini aramayabilmektedir. Örneğin, icra takibi sırasında borçlunun banka hesabından halihazırda alacaklıyı tatmin edecek miktarda para bloke edilmişse, mahkeme sadece %15’lik teminat mektubuyla yetinip mevcut blokenin alacak için yeterli olduğunu kabul edebilir. Bu tür farklı uygulamalar, yargısal takdir farklılıklarından ve kanundaki “%15’inden aşağı olmamak üzere” ibaresinin yoruma açık olmasından kaynaklanmaktadır. Kimi hakimler, alacaklının çıkarlarını azami güvenceye almak için %15’i asgari sınır kabul ederek teminat miktarını yukarıda tutarken, kimileri de borçlunun erişilebilir adalete kavuşabilmesi için teminat yükünü asgari düzeyde tutmaya çalışmaktadır. Bunun sonucunda ülke genelinde bazı yerel mahkemelerde %15 teminat karşılığında tedbir kararı alınabilirken, çoğu yerde fiilen %100 + %15 teminat zorunlu hale gelmiştir.

Teminatın Niteliği ve Maliyeti: Borçlu açısından, menfi tespit davasında teminat yatırmak ciddi bir mali yük anlamına gelir. Eğer nakit teminat yatırılırsa bu meblağ dava sonuna kadar bloke edilerek ekonomiden çekilir. Teminat mektubu sunulduğunda ise bankalar genellikle limit dondurmakta ve komisyon almaktadır. Sonuçta her iki halde de borçlu, hakkını aramak için davası süresince alacak miktarının üzerine çıkabilen bir maliyete katlanır. Özellikle “%115 teminat” koşulu, borç miktarını aşan oranda bir paranın bağlanması demek olduğundan, borçlu üzerinde ciddi bir baskı oluşturur. Uygulamada bu durum sıkça eleştirilmekte ve borçlunun davayı kazanması halinde uğradığı zararların (örneğin bankaya ödenen teminat mektubu komisyonu gibi) tam olarak karşılanamadığı ifade edilmektedir. Ancak mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde, menfi tespit davası açarken icra takibini durdurmak isteyen bir borçlunun teminat yatırmaktan başka çaresi yoktur. Mahkemeden teminatsız bir tedbir kararı çıkması, kanun hükmü gereği mümkün değildir. Bu nedenle borçlu, teminat yükünü göze alarak davasını açmalı veya ekonomik olarak bunu kaldıramıyorsa takip konusu borcu ödeyip sonra istirdat davası açmayı düşünmelidir.

4. İcra Müdürlüklerinin Uygulamaları ve Sorunlar

Tedbir Kararına Rağmen Devam Eden Haciz İşlemleri: Menfi tespit davası açılmış ve mahkemeden “alacaklıya ödeme yapılmaması” yönünde tedbir kararı alınmış olsa bile, uygulamada bazı icra müdürlüklerinin haciz işlemlerine devam ettiği görülmektedir. Örneğin borçlu yasal koşullara uygun şekilde teminatını yatırmış, mahkeme kararıyla icra dosyasındaki paranın alacaklıya verilmesi durdurulmuş olabilir. Bu durumda bile kimi icra daireleri mevcut hacizleri kaldırmamakta, hatta borcu karşılayacak tutarda teminat bulunduğu halde yeni hacizler uygulamaya devam edebilmektedir. Bu tutum, hukuken “aşkın haciz” olarak nitelendirilen ve İİK m.85’teki ölçülülük ilkesine aykırı bir durum yaratır. Zira kanunen, alacak miktarını açıkça karşılayan miktarda mal veya para haczedildikten sonra, borçlunun daha fazla malvarlığının kısıtlanması hakkın kötüye kullanılması sayılır. Yargıtay, yeterli teminat sunulduğunda icra takibinde devam eden hacizlerin artık hukuki dayanağının kalmadığını çeşitli kararlarında vurgulamıştır. Örneğin Yargıtay 12. Hukuk Dairesi bir kararında “teminat mektubu sunulduktan sonra dosyadaki hacizler aşkın haciz haline geleceğinden fekki gerekir” diyerek, borçlunun gösterdiği teminat borcu karşıladığı anda icra dosyasındaki hacizlerin kaldırılması gerektiğini açıkça belirtmiştir. Bu ilke uyarınca, borçlu yeter miktarda teminat yatırdığında alacağı güvenceye aldığı için icra memurunun ek hacizler yapmaması, mevcut hacizlerin de borcu karşılayan kısmı aşmamasına özen göstermesi gerekir. Aksi halde borçlu, şikâyet yoluna başvurarak icra mahkemesinden fazla hacizlerin kaldırılmasını talep edebilir. Nitekim Yargıtay kararları, aşkın haciz işlemlerinin kamu düzenine aykırı olduğunu ve borçlunun şikâyeti üzerine iptal edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Yargıtay Kararları Işığında Değerlendirme: Yargıtay’ın menfi tespit davaları ve tedbir kararları konusundaki içtihatları, icra müdürlüklerinin uygulamalarına yön verici niteliktedir. Yüksek mahkeme, menfi tespit davası açılması ve teminat gösterilmesi halinde, borçlunun haklarının korunması gerektiğini çeşitli kararlarında ortaya koymuştur. Örneğin Yargıtay, borçlunun menfi tespit davasını kazanması durumunda icra takibinin düşeceğini ve bu süreçte alacaklının kötü niyetli olduğunun tespiti halinde borçlu lehine %20 oranında kötü niyet tazminatına hükmedileceğini belirtmektedir. Diğer taraftan, borçlu menfi tespit davasını kaybederse aldığı tedbir kararının kalkacağını ve alacaklının alacağını geç aldığı için en az %20 oranında tazminat hakkı kazanacağını (bu tazminatın hükmedilebilmesi için kararın kesinleşmesi gerektiğini) Yargıtay kararları ifade etmektedir. Bu çerçevede, icra dosyasına yatan paranın tedbiren alacaklıya ödenmediği süre için faiz işletilmesinin doğru olmadığı Yargıtay 12. HD’nin kararlarında vurgulanmıştır. Böylece, icra müdürlüklerinin tedbir kararlarına uyarken alacağa faiz eklememesi gerektiği, aksi yöndeki işlemlerin hukuka aykırı olacağı ortaya konulmuştur. Yargıtay’ın çizdiği bu çerçeveye rağmen, uygulamada bazı icra dairelerinin tereddüt yaşadığı görülmektedir. Özellikle arabuluculuk süreci nedeniyle esas davanın açılmasının geciktiği durumlarda, tedbir kararının süresi meselesi veya hacizlerin akıbeti konusunda standart dışı uygulamalar oluşabilmektedir. Bu noktada borçlu ve vekillerine düşen, Yargıtay içtihatlarını ve kanun hükümlerini icra müdürlüklerine karşı dilekçelerinde gerekçe göstererek haklarını savunmaktır. İcra mahkemeleri de Yargıtay kararları ışığında şikayet taleplerini değerlendirip gereken düzeltmeleri yapacaktır.

Sonuç olarak, tacirler arasındaki kesinleşmiş ilamsız icra takiplerinde borçlunun menfi tespit davası açması, doğru prosedür izlendiğinde borçlunun haksız icra takibine karşı önemli bir koruma aracıdır. Arabuluculuk süreci, davanın hemen açılamaması nedeniyle başlangıçta borçlu aleyhine zaman baskısı yaratsa da, geçici hukuki koruma tedbirleriyle bu süreç dengelenebilmektedir. Mahkemelerin teminat konusundaki farklı uygulamaları ve icra dairelerindeki tereddütler pratikte bazı sorunlar doğursa da, Yargıtay kararları bu konularda yol göstericidir. Borçlu, haklarını korumak için yasal haklarını zamanında kullanmalı; arabuluculuk, tedbir, şikayet gibi mekanizmalara etkin şekilde başvurmalıdır. Bu sayede, gerçekte borçlu olmadığı bir borç nedeniyle malvarlığının haksız yere elinden alınması engellenebilecek; adil bir sonuç elde edilene dek “durumun eski haline getirilmesi” mümkün olabilecektir.